8 Aralık 2013 Pazar

Kristal Natür



Burada o sonsuz tarlalar yok. Anlattıkları kadar büyülü bir şey yok burada. Çünkü tüm gerçeklere acımasızca daksil vurup, kendi gerçeklerini yazmışlar üzerine. Kendi çirkin gerçeklerini, kendi kirli gerçeklerini... Artık büyüsü kalmamış hiçbir şeyin. Denizin bile elleri kirli. Dokunmuyor artık gökyüzü denize. Ama onun da içinde kirli bulutlar yüzüyor, sanırım artık o da sigara içiyor.

İnsanlar görüyorum; eli sigaralı, yalnız insanlar. Bir çift göz! Bir çift göz, bazen içerisinde yeni bir dünya saklıyor. Babası, annesine bağırırken masanın altına saklanmış bir çocuk gibi saklıyor hayallerini içeride. Ama sadece kendisine saklıyor. Tutup çıkartmak istiyorum. Ellerim yetmiyor. Ellerim temiz ama yetmiyor.

Yine de bir umut! Bir çift göz; içinde yeni dünya saklıyor, her gün yeni umutlar doğuruyor. Sen öldü dedikçe, yeniden doğuyor bir ağaç. Sahi bu ara ağaçlar bile umutlarımdan daha yorgun gözüküyor. Gözlerin daha yorgun gözüküyor. Umutlar ölmemeye yemin etmiş. İnsan nasıl da yaşamak için kendine yeni bir sebep buluyor her defasında?

Bir çift göz buluyor.

Bir çift göz. İçerisinde kirlenmemiş denizler saklıyor. Derin okyanuslar saklıyor, korkusuzca dalabileceğin. Kurumuş ağaçlar saklıyor bazen. Bazen dalına son bir çabayla tutunmuş rengarenk yapraklar saklıyor. Bir gökyüzü saklıyor. Tek bir kanat çırpmanla yerle bir olacak, ama bulutları hala bembeyaz bir gökyüzü saklıyor. Yine de kuşlar saklıyor içeride. Çünkü kuşlar onu incitmiyor. Rüzgarlar saklıyor bu yüzden, kanadına vursun diye kuşların. Yağmurlar saklıyor sonra. Arada düşüyor yağmurlar. Sonra alıyor denizlerden göklere, tekrar saklıyor. Irmaklar saklıyor kuytu köşelerde. Dağlar saklıyor. Dağlarla, ağaçlarla örtüyor ırmakların etrafını; öyle saklıyor ırmakları. Dağların ardında uçsuz, bucaksız tarlalar saklıyor. Yeni bir dünya saklıyor karları temiz. Işığın binbir tonunu saklıyor bir kristalin içinde. Ve karanlıklar saklıyor. Karanlık ışığın annesidir biliyor. Bu yüzden koca bir karanlığın içinde zümrüt bir huzur saklıyor.

Tutup çıkartmak istiyorum. Ellerim yetmiyor.

29 Eylül 2013 Pazar

Tanrı'nın Paslı Piyanosu ve Açmamış Çiçekler

Anlamadım beni mi çok yanlış yere koymuşlar, seni mi çok uzağa? Attığımız her adım boşlukta kayboluyor. Yitiriyor kendini. Ölüyoruz aslında farkında değilsin. En çok da geceleri ölüyoruz. Sonra her sabah ölümü bir askıya asıp çıkıyoruz evimizden.

İki yakası bir araya gelmeyen, sensiz bir İstanbul gibi oluyorum bazı geceleri. Sabaha karşı iliklediği yakalarından geçiyorum bazen. Bazen de usul usul izliyorum onu, gömleğini iliklerken. Bir sigara yakıyorum. En azından bir kahve içseydin diyorum, gitmeden.

Gündüz ben sokaklarında yüzüyorum İstanbul'un, bir eylül yağmuruyla kaldırımlarından akıyorum. Geceleri İstanbul benim içimde boğuluyor. Ama yine de sokakları denize çıkan bir semtin, geceleri denize çıkmıyor bazen. O gecelerin kuruluğu tanıdıktır. Anlıyorsun bazen halimden.

Tehlikeli ölmelerdir dalgalarından senin bu saçlarını. Bırak vursun suratıma! Oldum olası korkutmuştur beni yalnız ölme fikri, biliyorsun. O yüzden bırak vursun. Sen de yalnız ölme. Yanında çiçekleriyle akan bir ceset vurmamalı kıyılarıma. Söz konusu çiçekse, ceketimle yakarlar beni. Ceplerime aldığınca zambaklar doldururuz. Belki güzel kokar diye küllerimiz.

Bütün bildiklerini unut, unut bütün öğrendiklerini. Yeni şeyler anlatacağım sana. Sana, Akdeniz'i öpmemiş bir şehrin koynunda uyumak kadar tehlikeli bir ölmek anlatacağım. Sonra yaşayacağız. Ölmemecesine. Birlikte ölürcesine.

Ben seni gördüğüm gün, gökyüzünden bir yıldız düşürdüm. Ben seni bildiğim gün, Tanrı'nın paslı piyanosuna tükürdüm. Çünkü ölürken, onunla beraber emanet etmişti sonsuz yalnızlığını bana. Onu da çıkarıp attım üzerimden. Çıkar üzerine kuşandığın kıyamet sessizliğini sen de. Tükür karanlığını suratıma. Dök düğmelerini yerlere. Bak ben yıldızları döktüm. Senin için bu gece de birkaç yıldız avlayacağım. Gökyüzünde karanlığımızı perdeleyen tek bir ışık kaldı. Onu da alacağım. Bırak aksın ırmakların içinde karanlıklar. Bırak ıslansın geceler. Hiç görmeyeceğimiz çiçekler açsın, adını hiç bilmeyeceğimiz çicekler.

Gecenin en ıslak yerinden bir vapur daha kaldıralım. Derdimiz parlamak olmasın. Baş döndüren bir huzurun kokusunda, kendi karanlığımızda kaybolalım.